ÇOCUK İŞÇİ KAVRAMI ÇERÇEVESİNDE GEÇİCİ TARIM İŞÇİLİĞİ
Hangi konu özelinde olursa olsun çocuk hukuku alanında çalışmaya başlamanın ilk gereği çocukluk döneminin başının ve sonunun tespiti amacıyla, tıp ve psikoloji bilimlerine başvurmak suretiyle “çocuk” kavramını irdelemek olacaktır. Zira bu noktada “Çocuk kimdir, çocukluk ne zaman sona erer, çocuğa özgü hukuki düzenlemelere neden ihtiyaç duyulur?” gibi soruların öncelikle yanıtlanması, çalışmanın çıkış noktasının ve güzergahının belirlenmesinde hayati önem taşımaktadır. Bu sebeple “çocuk işçi” konusunu incelemeye başlamadan önce mevzuatımızda kullanılan ifadelerle “çocuk” kavramını incelemekte fayda vardır.
Türk hukuk sisteminde istisnalar dışında erginliğin, on sekiz yaşına ulaşmakla kazanıldığı kabul edilmiştir. Evlenme yoluyla veya mahkeme kararıyla kazanılan erginlik halleri ise olağan erginlik halinin istisnalarını oluşturmaktadır. Türk Medeni Kanunu’nun 11. Maddesine göre doğumla başlayıp kanuni erginlik yaşı olan on sekiz yaşın doldurulmasıyla sona eren dönem, “çocukluk” dönemidir. Yine Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 1. Maddesinde göre on sekiz yaşına kadar herkes, çocuk kabul edilmektedir. Dolayısıyla hukukumuzda ergin olmamış herkes, BMÇHS kapsamında çocuk kabul edilecektir. Ve ayrıca modern hukuk düzeninde kabul gören yaklaşıma göre erginlik; bedensel gelişimin tamamlanması ile değil, zihinsel gelişimin belirli bir düzeye erişmesiyle kazanılan bir olgudur.
Toplum algısı nedeniyle çocuk, itaat etmesi gereken ve yetişkine bağımlı alt insan türü olarak algılanmaktadır. Çocuğun birey olarak kabul görmesi önündeki en büyük engel olan bu düşünce yapısının neticesinde yetişkinliğe adım atan çocuk, bağımlı olmaktan kurtulmaktadır ancak bu noktada da ailesi ona bağımlı hale gelmektedir. Yetişkinliğe adım atmasıyla birlikte çocuğun omuzlarına aileye bakma, ev geçindirme, ev ekonomisine katkı sunma gibi birtakım yükümlülükler yüklenmektedir. Bütün bunların sonucu ise çocuğun potansiyel bir “üretim aracı” veya “sosyal güvenlik aracı” olarak görülmesi olmaktadır. Buna paralel olarak pek çok kültürde küçük yaşta çalışmaya teşvik etmenin temelinde, kişilere erkenden sorumluluk bilinci kazandırma kaygıları yatmaktadır. Uluslararası Çalışma Örgütünün Endonezya’da yürüttüğü bir çalışmaya göre bölgenin kültürünün, çocuk istihdamını destekler ögeler barındırdığı; erken yaşta çalışmanın kişisel disiplin, sorumluluk bilinci ve iş tatminini sağlayan bir eğitim sistemi olarak değerlendirildiği tespit edilmiştir.
4857 Sayılı İş Kanunu’nun “Çalışma Yaşı ve Çocukları Çalıştırma Yasağı” başlıklı 71. maddesine göre “15 yaşını doldurmamış çocukların çalıştırılması yasaktır. Ancak 14 yaşını doldurmuş ve ilköğretimi tamamlamış olan çocuklar; bedensel, zihinsel ve ahlaki gelişmelerine ve eğitime devam edenlerin okullarına devamına engel olmayacak hafif işlerde çalıştırılabilirler.” Temel eğitimi tamamlamış ve okula gitmeyen çocukların çalışma saatleri, günde 7 ve haftada 35 saatten fazla olamaz. Ancak 15 yaşını tamamlamış çocuklar için bu süre günde 8 ve haftada 40 saate kadar artırılabilir. Okula devam eden çocukların eğitim dönemindeki çalışma süreleri, eğitim saatleri dışında olmak üzere, en fazla günde iki saat ve haftada on saat olabilir. Çocukların çalıştırılmasının koşullarının kanunla sıkı şartlara bağlanmasındaki temel amaç, çocuğun sağlıklı gelişimine engel olacak hususları ortadan kaldırmak olduğundan Anayasa’da da bu doğrultuda düzenlemelere yer verilmiş; çocuklar, kadınlar, yaşlılar, engelliler, gaziler ve maluller koruma altına alınmıştır. Yine Anayasa’nın 50. Maddesine göre “Kimse yaşına, cinsiyetine ve gücüne uymayan işlerde çalıştırılamaz. Küçükler ve kadınlar ile bedeni ve ruhi yetersizliği olanlar, çalışma şartları bakımından özel olarak korunurlar.” Bu kural doğrultusunda düşündüğümüzde ve birazdan detaylarıyla açıklayacağımız üzere tarım sektörünün çocuklar için barındırdığı riskler nazara alındığında tarımda çocuk işçiliği, yasaklı bir çalışma alanı oluşturmaktadır. Çocuklar ve dolayısıyla ülkenin geleceği açısından, son derece hayati riskler barındıran bu işleyişle mücadelenin yollarına değinmeden önce çocuk işçiliğinin ve tarım sektöründe çocuk işçiliğinin ne gibi bir konumda yer aldığının somutlaşması için bazı verileri paylaşmakta fayda olacağını düşünmekteyim. Şöyle ki;
TÜİK 2006 yılı Çocuk İşgücü Araştırması’na göre; Türkiye genelinde 6–17 yaş grubundaki çocuk sayısı 16 milyon 264 bindir. Bu yaş grubundaki çocukların % 60,9’u kentsel, % 39,1’i kırsal yerlerde bulunmaktadır. Çocukların % 84,7’si bir okula devam ederken, % 15,3’ü okula devam etmemektedir (2.491.000). Okula devam etmeyen çocukların % 58,8’ini (1.464.708) kız çocukları oluşturmaktadır. Çalışan çocukların % 31,5’i okula devam ederken, % 68,5’i öğrenimine devam etmemektedir. Çalışan çocukların % 40,9’u tarım (392.000 kişi), % 59,1’i tarım dışı sektörde (566.000 kişi) faaliyet gösterirken, % 53’ü ücretli veya yevmiyeli, % 2,7’si kendi hesabına veya işveren, % 43,8’i ücretsiz aile işçisi olarak çalışmaktadır. Çalışan 392 bin çocuktan %51,8’i erkek, %48,2’si kız çocuğudur. Bu çocukların 182.000’i 6–14 yaş arasındadır. Çocuklar arasında ücretsiz çalışanların %79,5’i ise tarım sektöründedir.
Türkiye İstatistik Kurumunun yapmış olduğu araştırmanın verileri incelendiğinde herhangi bir işte çalışan çocukların çok yüksek bir oranının, tarım sektöründe çalıştığı ve hatta çalışan çocukların neredeyse yarısının ücretsiz aile işçisi olarak çalıştırıldığı görülmüştür. Çalışılan işin ağırlığı ve riski değerlendirildiğinde çocukların biyolojik gelişiminin ne denli olumsuz etkilendiği biraz olsun anlaşılabilecektir. Kaldı ki çocukların büyük bir kısmının çalışmakta olduğu iş nedeniyle okuluna devam edemediği, bununla da kalmayıp herhangi bir ücret dahi almadığı dikkate alındığında araştırmaya konu çocukların geleceklerinin herhangi bir güvencesinin bulunmadığı kolaylıkla fark edilecektir. Zira okula gitmeyen çocukların kendilerini eğitmek ve refaha sahip bir gelecek kurmak noktasında karşısında “meslek edinme” bariyeri yer alacaktır. Yine bu çocukların meslek edinme bariyerini aşmaları sürecinde pek çok risk ve tehdit altında, zorlu şartlarda ve gelişimlerine uygun olmayan işlerde çalışmaya mecbur kalacakları da açıktır. Diğer yandan herhangi bir işte çalışmasına rağmen ücret almayan çocukların ise ihtiyaçlarını gidermek ve kendilerine ait bir yaşam standardı oluşturmalarının güç olduğu tahmin edilebilecek bir durumdur.
- Tarım Sektöründe Çocuk İşçiler İçin Ne Gibi Riskler Bulunmaktadır?
Dünya kamuoyunun çocuk emeğinin istismarına karşı duyarlılığı gelişmektedir ve çocuk işçiliğini hedef alan çalışmalar da bir dava haline gelmiştir. Bu çalışmaların siyasal fikirleri, dinleri, kültürleri aşan boyutu ise hareketin en güçlü yanını oluşturmakta, çalışmaları evrensel kılmakta ve bu çabayı daha da kıymetli hale getirmektedir. Türkiye açısından da çocuk işçiliğine karşı önlem almak, çözüm üretmek, duyarlılık göstermek evrensel bir sorumluluk haline gelmiştir.
Tarih boyunca toplumların mücadele etmek zorunda kaldığı yoksulluğun, çocuk üzerindeki tek etkisi elbette ki çocuk işçiliği değildir. Mücadele edilen yoksulluk nedeniyle çocuğa olan bakış açısı da toplumdan topluma değişmektedir. Gelişmemiş ülkelerdeki çocuğun emeğini istismar eden uygulamaların temelinde, çocuğun potansiyel “kazanç kaynağı” ve “güvence” olarak görülmesi yatmaktadır. Üstelik çocuğun emeğinin istismar edildiği ve çocuğa olan bakışın kazanç esaslı olduğu toplumlarda, çocukları bekleyen tehlikeler bununla da kalmamaktadır. Yoksulluk yetersiz beslenme, okula devamsızlık, ebeveyn desteğinden mahrum kalma gibi sonuçlar doğurmakta ve bu da çocuğun gelişimini esaslı bir biçimde olumsuz etkileyerek çocuğu yoksulluk döngüsüne sürüklemektedir.Öte yandan tarım işçiliğinin güneşe maruz kalma, böcek ısırığı, eğilerek çalışma, ağır yük taşıma gibi sağlık risklerine ek olarak gezici mevsimlik tarım işçisi çocuklar; çadırda yaşama, yeterli beslenememe, okula gidememe, düzenli sağlık kontrollerinden yararlanamama gibi tehlikelere karşı da korumasız bir hayat sürmek zorunda kalmaktadır.
Türkiye İş Kurumu verilerine göre kırsal kesimde yaklaşık 1.000.000 ailenin (%30,2) kendi toprağı yoktur ve bu aileler geçim için başkalarının topraklarında çalışmak zorundadır. Elde kesin veriler bulunmamakla birlikte, bu konumda çalışan kişilerin %25-30’unu çocukların oluşturduğu tahmin edilmektedir. Kendi tarım işletmelerinden yeterli gelir elde edemeyen az topraklı veya topraksız aileler geçimlerini sağlayabilmek ve çalışabilmek amacıyla daha fazla tarımsal iş olanağı bulunan yörelere mevsimlik göç ederek iş aramaktadır. Mevsimlik tarım işçisi aileler, çalışma yerlerine giderken ekonomik ve sosyal zorunluluklardan dolayı çocuklarını da yanlarında götürmektedir. Böylece çocuklar aile ekonomisine katkı sağlamak amacıyla, yaşlarına uygun olmayan tarımsal işlerde çalışmak zorunda kalmaktadır. Gezici tarım işçilerinin gittikleri yerde konut imkanları da bulunmamakta, elde edilen gelir ile bu hizmetlere erişim de pek mümkün olmamaktadır. Üstelik kendi konutunda kalma imkanı olan yerli tarım işçisi, her zaman gezici mevsimlik tarım işçisine göre daha yüksek gelir elde etmektedir. Örneğin 2016 yılı sezon başında Düzce’de belirlenen yevmiye; gezici mevsimlik tarım işçileri için 56 TL, yerli işçiler için 70 TL’dir. Gezici mevsimlik tarım işçileri bu ücret üzerinden tarım aracısına ayrıca komisyon ödemektedir. Bu yaşanılanın en dramatik sonucu ise besin üretiminde çalışan çocukların yeterli besine erişememeleri, dolayısıyla ancak sahip olduklarını tüketerek hayatta kalmaya mecbur kalmalarıdır.
Fiziksel ve ekonomik zorlukların yanında tarım sektöründe çocukların çalıştırılması, ülke ekonomisi ve gelişmişliği açısından da bazı riskler taşımaktadır. Her ne kadar çocuk işçiler kolay ve masrafsız iş gücü olarak görülse de, bu algının toplumlar açısından geri dönüşü oldukça zor sonuçları da doğabilmektedir. Çocukların çalışması açısından tarım; kayıt dışı bir iş alanı olup kayıt dışı bu sektörde çalışan çocukların iş güvenliği yoktur, yaralanmaları veya hastalanmaları halinde ödeme alamazlar ve işverenlerin olumsuz davranışları karşısında da koruma talep edemezler.
Tarım sektöründe çalıştırılan çocukların yaşamış olduğu olumsuzlukları ve hayatları boyunca karşılaştıkları riskler değerlendirirken yaşları gereği içinde bulundukları bilişsel, psikolojik ve sosyal gelişimin nasıl dışında kaldıklarına da değinmek gerekmektedir. Bir araştırmacıya göre “1099 çocuğun beyin görüntülerinin analizine bakılan önemli bir çalışma Nature Neuroscience’da yayımlandı. Çalışmada elde edilen verilere göre yıllık 25.000 dolardan az kazanan ailelerin çocuklarının beyin yüzölçümleri, yılda 150.000 dolardan çok kazananlardan %6 daha küçük. Beyin kıvrımlarının çokluğu oranında artış gösteren beyin yüzölçümü bilişsel beceriler (öğrenme, muhakeme gibi) ile doğrudan ilişkili olup yoksulların kendi arasındaki kıyaslamalarda da gelir farklılıklarının beyin boyutlarına yansıdığı değerlendirilmiştir. Dil gelişkinliği ve karar mekanizmalarını ölçen bilişsel testlerdeki puanlar, yıllık gelir düştükçe azalıyor.” Bu etkinin tek nedeni fizyolojik ihtiyaçların karşılanmaması da değildir. Yoksulluk; ebeveynlerin, çocukların duygusal ve bilişsel gelişimleri için gerekli ilgiyi göstermelerini de beceri veya ortam yetersizlikleri sebebiyle engellemektedir.
Tahmin edileceği üzere çocuk yaşta çalışmak zorunda kalan bireylerin, yalnızca fiziki gelişiminde değil; çocukluğunu yaşamama, duygularını anlamlandıramama, sorun çözme becerisi kazanamama, sosyal ilişkiler hakkında fikir sahibi olamama gibi nedenlerle fikren gelişmesi de mümkün olmayacaktır. Gençliğinden itibaren ezilen bu bireyler, öğrenim imkanını da çoktan kaybetmiş olduklarından hayatları boyunca “niteliksiz iş gücü” olarak tanımlanmaya mahkum olacaklardır. Ve bu kişilerin doğrudan toplumu oluşturması ve toplumda yer alması nedeniyle ortaya çıkacak problemlerin bireyselden bağımsız, kitlesel birtakım yansımaları da olacaktır. Bu yansımaları biraz daha somutlaştırmak adına, çocuk işçilerin karşı karşıya kaldıkları riskleri vurucu biçimde ortaya koyan bir araştırmayı paylaşmak isterim. Araştırma şu şekilde;
Tarımda en kötü biçimde çalışan kesim olan çocuk işçiliği ile ilgili olarak Gülçubuk ve arkadaşları (2003) tarafından Adana İli Karataş İlçesinde pamuk tarımında mevsimlik-gezici çalışan çocuklar ile ilgili olarak yapılan bir araştırma sonuçları ilginç sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Bu araştırma, tarımda en kötü durumda çalışan çocuk işçiliğini ortaya koymak amacıyla gerçekleştirilen pilot bir araştırma niteliğindedir. Yılın 4-7 ayını pamuk çapalama ve toplama (bulunduğunda arada başka işlerde de ) işleri için sürekli yaşam yerlerinden ayrı geçiren ailelerdeki çocuklar fiziksel, psikolojik, eğitsel bakımdan tarımdaki çalışma hayatında en kötü durumda çalışan çocuk grubunu oluşturmaktadır. Araştırmada elde edilen bulgular aşağıda özetlenmiştir;
Araştırma sırasında çocuklara “çocuk hakları konusunda bir şey duydunuz mu?”, biçiminde bir soru yöneltilmiştir. Soruya çocukların sadece %20,7’si “evet” yanıtını vermiştir. Bu oran, erkeklerde %25,4, kızlarda % 16,5’dir. Burada çocuk haklarını duydum diyen çocuklar da bu kavramı yasalarda, sözleşmelerde, yönetmeliklerdeki biçimiyle değil; yine aileden ve çevresinden duyanlar olarak ön plana çıkmaktadır. Bu çocuklar arasında, çocuk hakları arasında en sık dile getirilen ifadeler; “eğitimin zorunlu tutulması”, “çocukların çalıştırılmaması”, “oyun alanlarının yapılmaması” biçimindedir. Araştırmada çocuklara “yaşamınızda kimin yerinde olmak istersiniz?” biçiminde bir soru sorulmuştur. Soruya erkek çocukların %67,5’i, kız çocuklarının ise %63,6’sı soruya yanıt verebilmiştir. Çocukların empati duydukları kişiler veya meslekler arasında %25.6 ile “öğretmenlik” ilk sırada, %15.4 ile “ses sanatçıları” ikinci sırada gelmiştir.
- Tarım Sektöründe Çocukları Korumanın Yolları Nelerdir?
Çocuk işçiliği, sosyal ve ekonomik açıdan çok önemli bir insan hakları sorunu olup ILO Sözleşmelerine göre çocuk işçiliği, çocukların gelişimine zarar veren ve eğitimlerini, gelişimlerini ve gelecekte geçimlerini sağlayabilmelerini engelleyen bir uygulamadır. Yapılan tahminlere göre tüm dünyada yaklaşık 250 milyon kadar çocuk; yeterli eğitimden, sağlık hizmetlerinden ve temel özgürlüklerden yoksun biçimde çalışmak suretiyle hayatını sürdürmeye çalışmaktadır. Kişisel açıdan bunun faturasını çocuklar ödemektedir ancak durumdan zarar görenler, aynı zamanda ülkelerdir. Çocuk işçiliğine son verilmesi kendi başına bir amaçtır. Bu amaç doğrultusunda yapılacak işler, aynı zamanda ekonomik ve insani kalkınmaya da katkıda bulunacaktır. Kaldı ki çocuk işçiliği alanında veya genel olarak çocuk adalet sistemi içinde çalışmak istiyorsak kullanmakta olduğumuz, yerleşik ifadelerimize dikkat etmemiz gerektiğine inanıyor, işe bu kalıpları değiştirerek başlamakta fayda olduğunu düşünüyorum. Algımızın ve amacımızın çıkış noktası “Çünkü çocuklar bizim geleceğimizdir.”, “Çünkü çocuklar yetişkinlerin devamıdır, güvencesidir.” olmamalıdır. Zira çocuklar, biz yetişkinlerden bağımsız birer bireydir ve kendi hakları mevcuttur. Bizler de toplum olarak bu hakları koruma ve geliştirme noktasında üzerimize düşeni yapmakla yükümlüyüz.
Her ne kadar hukukun müdahalesinden ilk etapta yasaklayıcı ve cezalandırıcı birtakım fiiller anlaşılıyor olsa da hukuk, ihtiyaç duyulanı insancıl yollarla ve hak ihlaline sebebiyet vermeden gerçekleştirme sanatıdır. Bu nedenle çocukların gelişimlerine zarar verecek işlerde çalıştırılmasını önlemeye yönelik uygulamaların tek amacının, çocuğu bir herhangi bir işkolunda çalışmaktan alıkoymak olmadığını dikkate almak gerekir. Amaç, çocuğun gelişimini güvenli biçimde gerçekleştirmesi için toplum olarak üzerimize düşen yükümlülüğü yerine getirmektir. Öyleyse çocuğun ne yiyeceğini, nerede yaşayacağını, nerede eğitim alacağını, nerede sosyal ilişki deneyimlerini kazanacağını dert etmeden tarladan uzak tutmayı hedefleyen bir mücadele biçiminin amaçla ve toplumsal faydayla alakası yoktur. Dolayısıyla çocuğun refah seviyesi içinde yaşamasının, gelişimini sağlıklı tamamlamasının, yaşına ve gücüne uygun olmayan işlerden ve şartlardan nasıl korunacağının yolları üzerinde kafa yormak gerekir.
Eğitim olanaklarından yoksun, çalışmalarından dolayı eğitimine devam edemeyen veya hiç başlayamayan çocuklar özellikle Güneydoğu ve Doğu Anadolu Bölgelerinde yaşamakta olup yılın 4–7 ayını yaşadıkları yerin dışında, temel gereksinimlerden yoksun olarak sürdürmektedirler. Sosyal Hukuk Devleti ilkesinden hareketle “özel sosyal politika” araçlarının uygulanması gereken bu çocukların, toplumun umutsuz kesimini oluşturmaması için çeşitli imkanlar düzenlenmelidir. Çocukların bulundukları yerde hak ve ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik planlamalar yapılması hayati önem arz etmektedir. Bu noktada da hem mevzuat açısından hem de idari düzenlemeler açısından dikkate alınması gereken bazı konular vardır ki geçici tarım işçileri ve onların çocukları için bunların başında, yevmiye belirlenirken geçiciliğin ve geziciliğin riskleri ve ortaya çıkaracağı gereksinimleri karşılayacak özelliklerin dikkate alınması yer almaktadır. Bunun dışında geçici tarım işçilerinin iş imkanlarından haberdar olmalarını ve sosyal güvencelerinin bulunmasını sağlayan bir kayıt sisteminin oluşturulması; ebeveynlerin çalışma saatlerinde çocukların gereksinimlerini karşılayıcı hizmet ve birimlerin kurulması; konut ve tıbbi bakım gibi hayati ihtiyaçlar üzerine yoğunlaşılması bu alanda çalışan hukukçuların aklına gelen ilk uygulamalar olmuştur.
Bütün bu gereksinimlerden bahsettikten sonra her geçen gün çocuk hakları konusunda gelişen hassasiyetin ve çalışmaların temelinde hukukun yaşayan bir olgu olmasının, zamanla değiştiği ve geliştiğinin yattığını fark etmek gerekir. Bu noktada hukukun bir çözüm bulma sanatı olduğu dikkate alındığında; yaşayan, gelişen ve değişen kültürün gereksinimlerini karşılayıcı çalışmalar yapmak ve toplumu analiz etmek biz hukukçuların en onurlu görevidir.
Stajyer Avukat Elif Nur ÜNAL
07/02/2024
KAYNAKÇA
- AKÇO Seda, AKBULUT Bürge, Hukuk Penceresinden Gezici Mevsimlik Tarım İşçisi Çocuklar, Türk Tabipler Birliği Mesleki Sağlık ve Güvenlik Dergisi, Ekim 2016-Mart 2017
- GÜLÇUBUK, Bülent, Tarımda Çocuk Emeği Sömürüsü ve Toplumsal Duyarlılık, Çalışma ve Toplum, 2012-2
- GÖKALP, Özge Tuğçe, Türk İş Hukukunda Çocuk İşçi Çalıştırma, Electronic Journal of Vocational Colleges, Mayıs 2011